Son yıllarda Türkiye, siyasi ve toplumsal açıdan derin bir kutuplaşma dönemine girmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönettiği Cumhur İttifakı’nın iktidarı, toplumu din ve milliyet temelinde kamplara bölmek, ayrışma yaratma politikaları üzerine inşa edilmiştir. Toplumsal bağların zayıflaması ve kamplaşmanın derinleşmesi, ülkeyi sosyal, ekonomik ve siyasi açılardan zor bir sürece sokmuştur.
Ekonomideki daralmanın önemli bir kısmı dış etkenlerle ilişkilendirilebilse de, hükümetin uyguladığı ekonomi politikaları da bu krizin ağırlaşmasında büyük rol oynamıştır. Yolsuzluk, adalet sistemindeki bozulma ve hukukun üstünlüğünün zedelenmesi, halkın devlete olan güvenini azaltmıştır. Bu süreç, özellikle Anadolu insanının geleneksel kültürel dokusunu zedelemiş ve eğitim ile güvenlik politikalarında yaşanan sorunlar, vatandaşlar arasındaki gerilimi artırmıştır. Toplumda derinleşen bu ayrışmalar, Türkiye’yi siyasi ve toplumsal bir bunalıma sürükleyerek, ülkeyi olası bir savaşın eşiğine getirmiştir.
Otoriter ve baskıcı yönetim anlayışı, toplumda birey hak ve özgürlüklerini sınırlandırarak demokrasinin temel ilkelerini zayıflatmıştır.
Ancak, Türkiye’nin bu cendereden çıkma ve barışçıl bir geleceğe yelken açma şansı hâlâ vardır. Evrensel insan haklarına dayalı bir yönetim anlayışı, hukukun üstünlüğüne ve demokratik değerlerin yeniden inşasına önem veren bir yaklaşım ile mümkündür. Bu da ancak, adil ve demokratik bir seçimle halkın iradesini yansıtan yeni bir iktidarın kurulması ile sağlanabilir.
Batılı modern yaşam kriterlerini benimseyen bir yönetim, insan haklarına saygı duyan, adalet sistemini güçlü kılan ve toplumsal barışı sağlayan politikalara ihtiyacımız var.
Bu süreçte, tüm toplumsal kesimlerin taleplerine kulak verilmeli ve herkesin eşit yurttaşlık haklarından faydalandığı bir düzen tesis edilmelidir. Türkiye’nin tarihi, farklılıklar içinde birlik yaratabilecek bir potansiyele sahip olduğunu göstermektedir. Ancak bu potansiyelin harekete geçirilmesi, demokratik, çoğulcu ve kapsayıcı bir yönetim anlayışı ile mümkündür.
Sonuç olarak, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunların çözümü, demokratik ve adil bir yönetim anlayışına dayanmaktadır. Bu süreçte, toplumsal barışın sağlanması, insan haklarına dayalı bir hukuk devleti inşası ve ekonomik istikrarı sağlayacak yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Halkın hak ettiği bir yönetim ile Türkiye, daha aydınlık ve huzurlu bir geleceğe kavuşacaktır.
Önümüzdeki 10 Yıla bu ilkelere göre kendini hazırlamış bir iktidar imza atabilir. Muhalefetteki siyasi partilerin kısır polemiklerden hızla uzaklaşmalı, topluma güven veren, kendisini ülkenin aydınlık geleceğine odaklamalıdır
TBMM’nin açılışına yansıyan pozitif görüntüleri çoğaltarak yakıcı sorunların tek çözüm adresinin meclis olduğu gerçeğini tüm dünyaya göstermemiz gerekir. Dünya ateşe düşerken saçımızı taramak istiyorsak komplekslerinden ayrılmış bir siyaseti elbirliğyle büyütmemiz gerekir.