Ortak düşünce ve görüşteki kişilerin oluşturdukları siyasal topluluklar, modern sonrası dönemde parti ya da eski Türkçeyle fırka olarak adlandırılmıştır. Antik Yunan’dan bu yana insanlar; fikri açıdan birbirine yakın durmuş, ortak çıkarları doğrultusunda benzer amaçlar edinmiştir. Ne var ki her türlü benzerlik ve çıkar ortaklığı, günümüzdekiyle aynı olan politik yapıların ve örgütsel ağların; tüzüklere, ilkelere ve davranış kurallarına dayanan disiplinlerin ortaya çıkması için yeterli olmamıştır. Bu yanıyla bakıldığında, toplumsal çeşitlilik, çıkar ortaklığı ya da fikir ve menfaat ayrılığı, iktidar odağına yakın olmak yahut onun karşısında durmak gibi girişimler ve belli toplum kesimlerince ortaya konan istemler; partilerin, genel olarak örgütlerin ve baskı gruplarının kuluçkası olmuştur. Kısacası parti ve örgütlerin, belirgin bir kimlikle ortaya çıkmadan önceki hazırlık dönemi, ortak çıkarların ve ortak amaçların oluşturduğu ekonomik ve siyasal iklimdir.
İnsanlık tarihiyle kıyaslandığında embriyo bile sayılmayan partilerin geçmişi, aşağı yukarı 300 yıldır. Partiler, başlangıçtan bugüne, modern öncesinde dinlerin oynadığı rolü oynamışlardır. Belirgin kimlikleri ve özgün disiplin anlayışlarıyla ortaya çıkan partiler, son 300 yıllık dönemde, toplum kesimlerini sürükleme noktasında, dinlerle birlikte toplumsal kurumları tasarlayan, toplumu sevk ve idare eden ikinci temel unsura dönüşmüştür. Öyle ki kitleleri arkasından sürükleyen partiler devrim yapmış, devlet kurmuşlardır.
Başka bir açıdan, emekçi halk yığınlarının istemleri doğrultusunda bakıldığında, insanlığın iyiye ve güzele doğru mücadelesinde siyasi partiler, denebilir ki bir zincirin son ama en önemli halkası gibidir.
Gözlemlerim ve edindiğim deneyimler göstermiştir ki, başlangıç ilkelerine ve kuruluş amaçlarına bağlı kalmayan partiler, başkalaşır, amaç ve anlamından koparak kolayca kurulu düzenin etki alanına girerler. Politik yapıların, farklı olanla toplumsal olan arasındaki ince çizgiyi gözetmesi ve bundan hareketle farklı olanı koruması, partiler tarihi boyunca hayati önem taşımıştır. Hangi sebeple olursa olsun program ve tüzük değiştirmek hem fikri tutarlılık hem içinden çıktıkları toplumun ihtiyaçlarına sadakat hem dayandıkları sosyal tabanın çıkarları hem de başlangıç amaçlarına bağlılık yönünden, sürekliliğe, uyumluluğa ve paralelliğe işaret etmelidir. Aynı zamanda partilerin söylem ve eylemleri, bir önceki cümlede anılan öğeleri içermelidir. Zira toplum ve insan ihtiyaçları, haklar ve özgürlükler alanının genişletilmesi süreçleri devamlılık gerektirir. Ancak pek çok nedene bağlı olarak partiler, toplumun ihtiyaçlarını dillendirme alanında, ilk adımlarından uzaklaşarak yukarıda sayılan gereksinimleri istismar eden bir zemine oturmakta, halk yığınlarının istemlerine sadık kalmak bir yana geriye gitmektedirler. Hiç kuşku duyulmasın ki kendi olmaktan vazgeçerek değişmek, hele başkalaşmak, partiler için geri döndürülemez bir sondur.
Özgürlük talep eden, demokrasi isteyen, toplumsal barışı ve huzuru tesis etmeyi amaçlayan, komşularıyla barışçı ve iyi ilişkiler gözetmeyi taahhüt eden partiler; ne yazık ki barışçıl, özgürlükçü ve demokrat olamadılar hatta komşuluk ilişkileri noktasında sürekli olarak sorun üretme görevini üstlendiler. Çünkü ortağı, tarafı ya da parçası olmaya çalıştıkları iktidar odağına ya teslim oldular ya da iktidar odağıyla uzlaştılar. Her iki durumda da başkalaştırılarak, söylem ve vaatlerinden kopartılarak yönlendirilip siyaseten renksiz ve kişiliksiz hale getirildiler. Dayatılan bu amorf vaziyet karşısında tutum alamayan, yeni kararlar üretemeyen siyasi kadrolar ve örgüt çekirdeği niteliğindeki dar çevre; giderek kurulu düzenin, iktidar odağının (Kısaca büyük sermaye ittifakı) kontrolündeki genel siyaset sahnesinin ya figüranı ya da etkisiz birer oyuncusuna dönüştüler. Böylece politik içerikler ve iddialar bakımından, ilk kuruluş ya da emekleme döneminden hızla uzaklaştılar, silikleşen muhalif görüntüleriyle kurulu düzenin emrindeki yapılarla benzeştiler. Zaman zaman muhalefet ettikleri, gürültü koparttıkları, sokakları devreye soktukları, düzen dışı mesajlar verdikleri, halktan yana göründükleri gözlemlense de anılan yapıların tamamı, müesses nizamı temsil eden büyük resmin parçalarını, birbirinden ayrı görünen ve farklı olan renklerini oluşturdular.
Denebilir ki son 30 yıldır, özellikle sosyalist blok adıyla anılan yapının tamamen ortadan kalkmasından sonra, siyasi partiler arasındaki fark, söz konusu partilerin tabanlarıyla sınırlı kalmaktadır. Yukarıda işaret edilen ayırım, partilerin resmi ve formel alanındaki farkı, ne yazık ki sadece partilerin kitlesi arasında görülmektedir. Öyle ki partilerin kitlesi, taban tabana karşıt ve zıt yönlü tutum alsa bile parti merkezleri, bir şekilde aynı çizgide buluşturulmaktadır. Partilerin sorun çözme kapasitesini daraltan, onları popüler olanın arkasından sürükleyen her türlü faaliyet, emekçi halk yığınlarının çıkarlarının ve toplumsal olanın aleyhinedir. Bu, aynı zamanda emekten yana toplum kesimlerinin ihtiyaçlarını, bilerek ya da bilmeyerek göz ardı etmektir. Unutmamak gerekir ki ne demokratik ortam ve katılıma açık tartışma zemini olmadan demokrasi olur ne toplumun dezavantajlı kesimlerinin çıkarlarına ve toplumsal olana sadakat olmaksızın özgürlükten, emekten ve demokrasiden yana siyaset yapılabilir.
Diğer yandan farklı olanı korumayan, ifade özgürlüğünü güvence altına almayan, özgür içerikler üretmeye imkân tanımayan, adları ve tanımlanmış politik, felsefi çerçeveleri ne olursa olsun bütün toplumsal düzenler, hangi demokratik öğelerle bezenirlerse bezensinler sonuçta girift sorunlar üretirler. Bu gibi toplumsal düzenler, gerçek bir özgürlük ortamından ve eksiksiz demokrasiden yoksun kalırlar. Bununla birlikte, gerçek bir özgürlük istemi programlaştırılıp ciddiyetle ele alınmaksızın, farklı olana saygıyı tesis etmek ve toplumsal olandan yana tutum almak ve bilinen şekliyle bile olsa demokrasiye ulaşmak olanaksızdır.
Kuşku olmasın ki devrimci teori olmadan, herhangi bir devrimci hareket olamaz. Aynı şekilde özgürlükçü pratik olmadan, özgürlükçü olunamaz. Keza ifade özgürlüğü olmadan hiçbir demokratik düzen kurulamaz.
Makalenin konusuyla ilgi nedeniyle Aleksadr İliç Ulyanov*’dan bir paragraf aktarmakta yarar görüyorum: “İfade özgürlüğü olmadan, öyle veya böyle etkili olabilecek bir propaganda mümkün değildir, tıpkı halkın temsilcilerinin ülke yönetimine katılımı olmadan halkın ekonomik durumunun iyileştirilmesinin gerçekte mümkün olmaması gibi. Bu nedenledir ki Rus sosyalistleri açısından, özgür kurumlar için mücadele etmek, nihai amaçlarına ulaşmak için zorunlu bir araçtır. Dolayısıyla özünde sosyalist olan bir parti, gücünün bir kısmını, onun nihai iktisadi ideallerine hizmet edecek, daha doğru ve etkili faaliyetler yürütmek açısından zorunlu bir araç olduğunu düşündüğü müddetçe ve yalnızca geçici olarak siyasi mücadeleye vakfedebilir.” Lenin: Farklı Bir Yol, Lars T. Lih, Çev. Aslı Önal, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, sf. 32)
Bilinmelidir ki emekçiyi ve toplumun kahir kesimini düşünmeksizin, üretilen her türlü teori, etkinlik alanına yansıtılan cümle pratik faaliyet ne toplumun ezici çoğunluğunun çıkarına hizmet eder ne de sağlıklı bir geleceğin inşa edilmesine katkı sağlar. Aynı zeminleri, aynı rengin farklı tonlarında kullanmak, günün sonunda aynı kalmaktır. Farklı proje ve program ocaklarının çıkarlarını açık, net ve anlaşılır biçimde programa almadan kurulan her türlü ilişki yanıltıcıdır, göz boyamadır.
Tarih boyunca parti iktidar ilişkileri büyük ölçüde sorunlu olmuştur. İktidar odağına dahil olma hevesi, partileri başlangıç amaçlarından, kurucu ilkelerden uzaklaştırmıştır. Küresel iktidarlar her zaman karşıt, ‘düşman’ yaratırlar, korkuyla korkutup yönetirler. Küresel sermaye iktidarının ya da Küresel Egemenlik Sistemi’nin bir parçası olmaktan kurtulamayan partiler, insana ve çevreye hizmeti odağına koysalar bile ‘iktidar’ olur olmaz bundan vazgeçmek zorunda bırakılırlar. Çünkü büyük sermayeyi temsil eden çekirdekle, toplumun geri kalanının, özellikle emekçi kesimlerin çıkarları büyük ölçüde çelişmektedir.
Diğer yandan iktidar ortağı ya da iktidarın bir parçası olmanın kudreti ve bunun sağladığı konfor, özgürlükleri ve demokrasiyi tehdit eder. Zira otoriter ve kudretli bir iktidar, kaçınılmaz olarak adil ve demokratik olmaktan uzaklaşır.
Yeri gelmişken, konudan ayrılmadan partiler demokrasisi ve parti içi demokrasi hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Partilerin hukuku, iç işleyişi, yasayla düzenlenen görev ve sorumluluk alanları, organların seçimi ve yönetimi, kongre ve Kurultayları, nitelikleri, onların kimlik ve kişiliklerini belirler.
Partilerin işleyişi yönünden demokrasi söylemini ve iç demokratik yapıyı amaçsız ve anlamsız hale getiren açık, gizli her türlü girişim, partileri dışarıdan etkiye açık hale getirir ve özgürce siyaset üretmekten koparır. Kavramların anlamını bozarak, içeriklerini kendi ihtiyaçlarına göre belirleyerek, istemleri bağlamından kopararak partilerce yapılan her iş ve eylem, isteyerek ya da farkında olmayarak gerçekte halk yığınlarının, yoksulluğa, kısıntılı özgürlük ve demokratik ortama sessiz kalmasına hizmet eder. Dünyanın her yerinde partiler, yasa ve tüzüklerle idare edilirler. Yasa ve düzlükler, bir yandan partilerin iç işleyişini, faaliyetlerini belirler, örgüt ağlarının genişlemesine ve örgüt düzeylerinin yükselmesine katkı sağlar; bir yandan partili kitlenin özgür düşüncesini, karar alma ve karar üretme yeteneğini, süreçlere aktif katılmasını ve bireylerin parti ile bağları söz konusu olduğunda kendi olma hallerini, özgür içerikler üretmesini engeller ve parti içi demokrasiyi kısıtlar. Böylece partiler, geliştirmek iddiası taşıdıkları özgürlük ve demokrasi alanını bizzat kendileri daraltmış olurlar. Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık gibi tanımlarla anılan demokrasi, partiler ve toplumun esenliği söz konusu olduğunda, ne yazık ki başka bir içerik kazanır. Söz gelimi parti politikasını şekillendirmede, her üyenin eşit hakka sahip olduğu bir yapı olmaktan çıkar, parti meclisinin, parti başkanının ya da bir çekirdek yapının kararlar ürettiği bambaşka bir alana dönüşür.
Partiler demokrasisinde de durum aynıdır. Dayandıkları kitle tabanı, temsil ettikleri iddiası taşıdıkları toplum kesimleri farklı olsa da parlamentoların içinde ve çeperinde yer alan partilerin tamamı birbirinin aynıdır. Aradaki fark flu hale gelince faaliyetler de bunu izler ve birbirine benzer. Söz gelimi merkez solda, adına merkez sol denilen büyük bir parti ve etrafına serpiştirilen nispeten daha küçük sol görünümlü partiler, merkez sağda, adına merkez sağ denilen büyük bir parti ve etrafına serpiştirilen nispeten daha küçük sağ görünümlü partiler bulunur. (Bazen bu durum adına sağ ve sol denilen partilerin koalisyonuna dönüşebilir. Aynı zamanda siyaseten her şeyi birbirine karıştırıp benzeştirir.) Bu da partilerin iyiye doğru meyletmesini, özgürlük ve demokrasi alanını genişletmesini, yoksul ve emekçilerden yana kararlar almasını zorlaştırır.
Son cümle yerine, siyaset yelpazesi, bir bütün olarak dayandığı dinamiklerin ihtiyaçlarını dillendirdiği ortamlarda, herhangi hassasiyetin istismar alanı olmaktan çıkmalıdır. Kısaca geleceği, özgürlüğü, refahı düşünülen toplum kesimlerinin istismarından, siyaset kurumsal olarak kaçınmalı, müesses nizama teslim olmaktan geri durmalıdır. Kurumsal kimlik, siyaset erbabının bu türden zaaflarına fırsat vermemelidir. Aynı zamanda partileri amaçsız, kavramları anlamsız ve içeriğinden kopuk hale getiren her türlü sistemin ve düzenin, toplumsal olanın karşısında yer aldığını akılda tutmak gerekir. 17.10.2024
(*) Lenin’in ağabeyi